DEPREMİN 19. YILINDA LANETLİYORUZ
Ekonomik gelir esaslı ve insan hayatını hiçe sayan ve binlerce kişinin yaşam haklarına gasp edenleri bir kez daha lanetliyoruz.
"17 Ağustos 1999 Marmara Depreminin 19.cu yılında Yalova Mimarlar Odası uyardı “
Yalova Mimarlar Odasından yapılan açıklamada şu ifadeler yer aldı “ 17 AĞUSTOS 1999!!! Bu tarih 19 yıl önce bugün saat 03:02’de ülkemizin en karanlık günlerinden birini yaşadı. Bu tarih bize tüm Marmara Bölgesi’ni etkileyen ve Ankara ile İzmir gibi uzak bölgelerden de hissedildiği, sadece 45 saniye süren, büyük bir yıkım şiddetiyle gelen; resmi raporlara göre 18 bin 373 kişinin hayatını kaybetmesine (Yalova’da 2 bin 504) yol açan ve uzun yıllar zihinlerde yer edecek olan ‘’deprem korkusu ’’nu yaratan bir tarihtir. Ayrıca 48 bin 901 yaralı, yaklaşık 200 bin kişinin evsiz kaldığı, 66 bin 441 konut ve 10 bin 901 iş yerinin yıkıldığı depremde 16 milyona yakın insan farklı boyutlarda etkilendi. 285 bin 211 konut ve 42 bin 902 iş yerinde hasar tespit edildi.
Türkiye’nin bütün kurumları felaket gecesinde ve hemen akabindeki ilk birkaç günde tamamen etkisiz kaldı. İnsanların kaybettikleri yakınlarını hiçbir resmi işlem yapmadan toplu mezarlara defnetmek zorunda kaldıkları biliniyor. Dolayısıyla can kaybının resmi rakamların üzerinde olduğu bir gerçektir.
Kuşkusuz Türkiye tarihini derinden etkileyen "Marmara Depremi’’nde büyük bedel ödendi. Neden mi? Çünkü hazırlıksızdık, deprem bilinciyle bütünleşik yaşamıyorduk. Bu nedenle depremin hemen ardından iki büyük sorun ortaya çıktı: İletişim ve ulaşım. Söz konusu ağır bilançonun nedenlerini bulmak için insanların tarihsel sürecini biraz irdelememiz gerekir…
İnsanoğlunun ilk yaşam alanlarını ele alırsak; mağaraları kendilerine ev olarak benimsedikleri, ‘’tarih öncesi’’ dönem diye adlandırılan taş devridir. Dünya tarihinin de en eski çağıdır. Doğa yapısı olan bu evi, insan hazır olarak bulmuştu. insan, doğanın yaratmış olduğu mağarayı kendi konforuna göre şekillendiriyor, kendi gücüyle bunu insan evine çeviriyordu.
Dolayısıyla ağır hava koşullarından korunmaya yönelik mağaraları ev olarak kabul etmişlerdi. Tıpkı hava koşulları gibi deprem de bir Doğa olayıdır. Ancak hiçbir mağaranın depremden dolayı yıkıldığı bilinmemektedir.
Yüzyıllar sonra, modern hayata geçişimizle birlikte deprem korkulu rüyamız oldu. Fakat bilinmelidir ki depremden değil de yaşamımızı sürdürdüğümüz “modern” evimizden korkmalıyız. Bunun da müsebbibi bizleriz. Yani insanlarının yaşam haklarını gasp edenlerin de insanların ta kendilerinin olduğu gerçeğidir.
Yüzyıllar önce (M.Ö. I. Yüzyılda) Romalı mimar ve mühendis VITRUVIUS’un bir yapıda mutlak surette bulunması gerektiğini düşündüğü üç özellik ‘’kullanışlılık, sağlamlık, güzellik’’ sözündeki “sağlamlık” vurgusu hala geçerliliğini şiddetle korumalıdır. Ama ne yazık ki ‘’modern’’ evlerimizde bu ilke birilerinin daha zengin olması için en geri plana atılmıştır.
Gelgelelim, tarih öncesine gitmeden, güzelim ülkemizdeki bu “can alıcı (!)” boyutunun nedenselliğine bakalım. İktidarlar tarafından, yıllardır kentsel rant, enformel yapılanmayla birlikte hızlı bir sınıf atlama aracı ve vaadi olarak kullanıldı. Bu süreçte zengin olmak umuduyla sürekli telaş içinde yaşayan bu çoğunluğun kentlerimizi düşünecek hali yoktu. Birçok kesim amacına ulaştı da. Bugüne kadar da kentlerin büyümesinden toplumun büyük kesimi şu yada bu şekilde yararlandı.
Gecekondulaşma dahil olmak üzere büyük bir kaynak paylaşımının sahnesi oldu şehirlerimiz. Kuralsızlık kaçınılmazdı. Zira rant ekonomisinin mantığı kural tanımamak üzere kurulmuştu zaten. Oturdukları toprağın rantını birkaç kat yükseltmek isteyen insanlar, daha fazlasının olabileceğine inanmaya, bunun yollarını zorlamaya başladılar. Neden mi? Çünkü biliyorlardı ki yasalar değişir, af çıkar, enformel bir yapı birkaç tanıdığın vasıtasıyla kolaylıkla alınıp satılabilir bir değere dönüştürülür.
Önceki yıllarda çıkan imar afları ve imar yoğunluğuna tanınan fiili hoşgörü gecekondu mahallelerinde birikmiş rantın küçük ölçekli müteahhitler eliyle topluma aktarılmasından ibaretti. Başlangıçta herkes bu durumdan memnundu. Ancak zamanla altyapı problemleri ve memnuniyetsizlikler ortaya çıktı.
Ve tabii ki ‘’17 Ağustos’’un ağır neticeleri. Ancak yakından baktığımızda, enformel şehirleşmenin 80’lerde ve 90’larda olduğu gibi bugün de enformel çalışma koşullarıyla kar etme yönündeki müteahhit kesimini zenginleştirmeye yaradığı ortada.
Bakınız, sadece İstanbul Ticaret Odası’na kayıtlı müteahhit sayısı 60 bin! 80 Milyon nüfusa sahip Almanya’da toplam sayı 3800, tüm Avrupa’da da 23-30 bin arasındadır. Yani tüm Avrupa’nın 10 katı müteahhit bulunuyor ülkemizde.
Pekala bu güruh’un yüzde kaçı VITRUVIUS’un “sağlamlık” vurgusunu dikkate aldı, alıyor? 17 Ağustos tarihinden ders aldık mı? Falcı olmaya gerek yok, hatırlatmakta fayda var; Ülkemizden ve uluslararası uzmanların incelemelerine göre, önümüzdeki 30 yıl içerisinde büyük bir deprem yaşanması ihtimali oldukça yüksek. Fayın bulunduğu adres ise Marmara Denizi. Gölcükten çok daha yakın ve yıkıcı etkisi belki de daha şiddetli olacak. Acil Eylem Planları’nın olup olmadığını biliyor muyuz? Şu anki verilere göre kurtarma faaliyetlerinin kesin gecikeceği yönündedir. Afet anında toplanma alanlarımız oluştu mu? Kısacası ‘’iletişim ve ulaşım’’ hususunda 19 yıl içerisinde ne kadar yol aldık?
Halen ülkemizdeki yapı stokunun %60’ı kaçak durumundadır, içinde yaşayanların ve çevreleri için hayati tehlike oluşturmaktadır.
Ülkemizde epeyce popüler olan ve ‘’imar barışı’’ olarak ilan edilen ancak özünde kaçak yapılaşmanın önünü açan bu yasal düzenlemeye karşı da vatandaşların çok dikkat etmesi gerekir. Af kapsamına girip ruhsat sahibi olmaları, o yapının güvenli olduğu anlamına gelmemektedir. Yapıları güvenli yapan unsurlar, mühendislik, mimarlık, bilim, bilgi ve birikiminin uygulamasıdır.
Yukarıda bahsettiğimiz, kuralsızlıklarla yapılan, yani kanun ve yönetmeliklere, doğa ve çevreye aykırı ve en mühimi de yeterince mühendislik hizmeti almamış ; depreme dayanıklılık bağlamında risk oluşturan yapıların devlet eliyle meşrulaştırılıyor. Bir nevi kural tanımayanlar taçlandırılıyor.
Bir kez daha altını çizmek isteriz ki; Yağmur, fırtına, yoğun kar yağışı ve depremler birer doğa olayıdır. Bunlar mutlak surette yaşanmaya devam edecektir. Ancak bu doğa olaylarını toplumsal felakete dönüşmemesi tamamen bizim elimizdedir.
Meslek odamız sürdürdüğü kamu kurumu sorumluluğunu meslek alanında ve kamu yararı ilkelerine öncelik vererek; sağlıklı, yaşanılır, sürdürülebilir çevrelerde, yaşam hakkının korunmasına, çarpık ve güvenliksiz yapılaşmaya karşı mücadelesini sürdüreceğini belirtmek isteriz.
Ekonomik gelir esaslı ve insan hayatını hiçe sayan ve 17 Ağustos 1999 gecesinde binlerce kişinin yaşam haklarına gasp edenleri bir kez daha lanetliyoruz. Hayatlarını kaybedenlere rahmet ve yakınlarına başsağlığı dileriz. Saygılarımızla….
Bu haber 23 defa okunmuştur.